(Hicret’in 8. senesi Sefer ayı)
Peygamber Efendimizle Müslümanların, Hz. Zeyneb’in vefatıyla, Hicret’in 8. senesine üzüntüyle girdiklerini söylemiştik. Ancak bu acı olayı tatlı hadiseler takip edince, üzüntü ve keder de ortadan kalkıyordu. Bu üzücü hadiseden hemen sonra, Arapların üç meşhur şahsiyeti olan siyaset dâhîsi Amr b. Âs, harp dâhîsi[1]Hâlid b. Velid ve Osman b. Talha, Medine’ye geldiler ve Hz. Resûlullah’ın peygamberliğini tasdik ederek İslam dairesine girdiler.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Amr b. Âs, Hicret’in 7. yılında Habeşistan’da, Habeş Necâşîsinin telkin ve tavsiyesiyle Müslüman olmuş ve orada Peygamberimiz adına Necâşîye bîat etmişti.[2]Bu gelişi ise, Hz. Resûlullah’a bizzat bîat etmek ve Müslüman olduğunu bildirmek içindi.
Üçünün Bir Araya Gelişi
Necâşînin telkiniyle Müslüman olan, Arapların siyaset dâhîsi Amr b. Âs, Habeşistan’da bundan sonra fazla durmak istemiyor ve Resûl-i Ekrem’e bizzat bîat etmek üzere Medine yolunu tutuyordu.
Bu sırada Mekke’den, yine aynı gayeyle iki kişi daha çıkmıştı: Hâlid b. Velid ve Osman b. Talha… Kader, bu üçünü, Hadde denilen mevkide bir araya getiriyordu.
Amr b. Âs, Hz. Hâlid b. Velid’e, “Ey Ebû Süleyman! Nereye ve ne için gidiyorsun?” diye sorarak maksadını öğrenmek istedi.
Hz. Hâlid anlattı: “Doğru yol artık apaçık belli oldu, mesele aydınlığa kavuştu: Bu zât, şüphesiz peygamberdir! Vallahi, ben hemen gidip Müslüman olacağım! Bundan sonra bekleyip durmam manasız! Zaten, aklı başında olanlardan İslamiyete girmeyen pek kimse de kalmadı.”[3]
Amr b. Âs, rahat bir nefes aldı. “Vallahi, ben de Muhammed’in yanına gitmek ve Müslüman olmak istiyorum!” diyerek, aynı maksadı paylaştıklarını söyledi. Sonra da hep beraber Hz. Resûlullah’ın huzuruna çıkıp Müslüman olmak istediklerini bildirmek üzere Medine’ye vardılar.
Üçü de Peygamberimizin Huzurunda
Bir zamanlar, “Bütün Kureyş Müslüman olsa, ben yine Müslüman olacağımı sanmam!” diyen, Peygamberimizin en şiddetli düşmanlarından, hatta bir ara vücudunu ortadan kaldırma fırsatını bile arayan Amr b. Âs… Yine bir zamanlar, müşrik ordularının başında, Müslümanlara karşı olanca cesaret ve maharetiyle çarpışan, İslam ordusunun Uhud’da mağlubiyeti tatmasına sebep olan Hâlid b. Velid ve bir başka şahsiyet Osman b. Talha… Şimdi, bütün kötü niyetlerini bir tarafa bırakarak, hatta unutarak, geçmişte yaptıklarının mahcubiyeti içinde Resûl-i Kibriya Efendimizin huzurunda bulunuyorlardı.
Müslümanlarda sevinç dalga dalga idi. Resûl-i Ekrem’in Müslümanlara söylediği ise şu idi:
“Mekke, ciğerpârelerini kucağınıza attı!”[4]
Manzara ulvî olduğu kadar, ibretli ve ders de verici idi. İslam’ın kılıçla, tahakküm ve zorla, tehdit ve korku ile yayılmadığının, bilâkis ruh ve gönüllere tesir ederek, onları mânen fethederek, kendini onlara beğendirerek intişar etmiş olduğunun açık seçik bir ifadesiydi bu kutsî manzara… Savaştan, kılıçtan, kavgadan korkmayan bu bahadırlar, hiçbir zorlama, hiçbir korku, hiçbir tehdit ve hiçbir aldatma olmadan, gönüllerinden gelen samimi bir arzuyla Hz. Resûlullah’ın huzurunda diz çökmüş duruyorlardı.
Gerçi, zor ve zulüm ile zâhirî bir hâkimiyet, bir tahakküm kısa bir zamanda elde edilebilir; ama bu hâkimiyet geçici olur, devam etmez, ruh ve vicdanlara da tesir etmez. En büyük ve devamlı hâkimiyet ise, bütün fikirleri, kalp ve ruhları tesiri altına alarak ve kendini onlara zâhiren ve bâtınen beğendirmek suretiyle elde edilen hâkimiyettir. İşte, bunu, İslamiyet nâmına Peygamber Efendimiz gerçekleştiriyordu.
Teker Teker Bîat…
Önce Hâlid b. Velid, Peygamber Efendimize sadâkat elini uzattı ve Müslüman olarak saadet dairesine girme eşsiz şerefine erişti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, böyle bir bahadırın İslam’la müşerref olup kendi safında yer almasından dolayı Allah’a hamd ve senâdan sonra Hz. Hâlid’e, “Ben, zaten senin akıllı biri olduğunu biliyordum; bu akıllığının seni er geç hayra kavuşturacağını da ümit ediyordum!”[5]dedi.
Ancak Hz. Hâlid, o anda huzurunda bulunduğu Hz. Resûlullah’a karşı geçmişte yapmış olduklarından dolayı mahcup ve mahzun idi. Utancından başını kaldırıp Efendimize bakamıyordu. Yaptıklarının kalbine ve ruhuna yüklediği ağır vebal yükünü üzerinden atıp, mânen hafiflik ve huzura kavuşturacak bir yol arıyordu. Server-i Kâinat Efendimize bu halini arz etti: “Yâ Resûlallah! Sana karşı yapılmış olan harplerin hepsinde bulunduğumu biliyorsun. Benim bu husustaki vebal ve günahımın affı için Allah’a dua etsen…”
Rêsul-i Ekrem, “Ey Hâlid! İslamiyet, kendisinden evvel işlenmiş olan bütün günahları siler, temizler” deyip, Hz. Hâlid’i mânen rahatlattı. Arkasından da, “Allahım! Hâlid’in, kullarını senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün gayretlerinden dolayı, yüklenmiş olduğu günahlarını affeyle!”[6]buyurdu.
O andan itibaren Hz. Hâlid, güç ve kuvvetini ve harp dehasını İslam dininin yücelip yayılması, Hz. Resûlullah’ın muhafazası ve Müslümanların huzur içinde yaşayıp çoğalmaları için kullanacak ve bu uğurda gösterdiği kahramanlıklardan dolayı da Peygamber Efendimizden “Seyfullah [Allah’ın Kılıcı]” unvanını almaya hak kazanacaktır.
Sıra Osman b. Talha’da
Hz. Hâlid b. Velid’den sonra, Peygamber Efendimizle soyu dördüncü dedesi Kusayy’da birleşen Osman b. Talha, Müslüman olduğunu söyleyerek Resûl-i Ekrem’e bîat etti.[7]
Amr b. Âs’ın Bîatı
Müşriklere birçok siyasî taktik verip öğreten ve Müslümanlara en çok eziyet eden, Benî Sehm kabilesine mensup Amr b. Âs da, mahcup ve o âna kadar yaptıklarının pişmanlığı içinde Peygamber Efendimizin huzurunda bulunuyordu. Utancından başını kaldırıp Efendimize bakamıyordu.[8]
Kendi tâbiriyle, Resûl-i Ekrem Efendimize “şartlı bîat” etmek istiyordu; geçmiş günahlarının ve İslam’a karşı yaptıklarının affı şartıyla…
Peygamber Efendimiz de, “Bîat et ey Amr!” dedi ve ilave etti: “Şüphesiz, İslam, daha önce olmuş olanları siler, yok eder. Hicret de daha önce olanları siler, yok eder.”[9]
Bu sözler, mahcup mahcup duran Amr’ın gönlünü rahatlattı. Daha dün, Hz. Resûlullah’a düşmanlıkta en şiddetliler arasında yer alan, hatta “Bütün Kureyş Müslüman olsa ben yine olmam!” diyecek kadar ileri giden Amr, ruh, kalp, akıl ve bütün lâtifeleri iman nuruyla nurlandıktan sonra ise, “İnsanlardan hiçbiri, bana Resûlullah’tan (a.s.m.) daha sevgili ve daha yüce olmamıştır!”[10]diyecektir.
Hz. Resûlullah’a bîat ettikten sonra, Amr b. Âs, Mekke’ye geri döndü.[11]
Resûl-i Ekrem, ileride göreceğimiz gibi, Hz. Amr b. Âs’ı birçok askerî birliğin başında vazifelendirecek ve Cenab-ı Hak onun eliyle İslam’a birçok zafer kazandıracaktır. En meşhur fethi de Mısır fethi olacak; bu sebeple de “Mısır Fâtihi” diye anılacaktır. Şöyle demiştir:
“Vallahi, Müslüman oluşumuzdan beri mühim işlerde Resûlullah (a.s.m.), beni ve Hâlid b. Velid’i, ashabının hiçbirinden ayırmadı.”[12]
[1] Arapların kabul ettiği diğer dâhîler şunlardı: Acele davranmayıp, işlerin neticesini beklemekte ve uslulukta Muaviye b. Ebî Süfyan, ânında karar vermekte Muğîre b. Şu’be, büyük küçük her işte üstün görüşlü olmada Ziyad b. Ebih.
[2] İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 290; Taberî, Tarih, c. 3, s. 103.
[3] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 290; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 778.
[4] Halebî, a.g.e., c. 2, s. 778.
[5] İbn Sa’d, Tabakat, c. 7, s. 395; İbn Kesir, Sîre, c. 3, s. 453.
[6] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 395.
[7] İbn Sa’d, a.g.e., c. 5, s. 448.
[8] İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 449.
[9] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 291; İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 259.
[10] Müslim, Sahih, c. 1, s. 112.
[11] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 291.
[12] İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 449.