Kitap da O’nu açıklayan, hayata taşıyan Sünnet de ortada… Kur’ân-ı Kerîm’i indiren, Rasûlü’nü (ﷺ) gönderen Allah Azze ve Celle, kitabına dair şöyle buyurmaktadır: “Ona önünden açıkça, arkasından gizlice hiçbir bâtıl anlayış yaklaşamaz.”[1] Kur’ân-ı Kerim’in korunması ve anlaşılması mübeyyini olan Sünnet-i Seniyye’nin de korunmasını iktiza eder. Bunun için Muhaddisler büyük bir ibadet aşkıyla seferber olmuş, diyar diyar dolaşmış, râvilerin hayatını ayrıntısıyla kaleme almış, dininde/diyanetinde problem olup olmadığına bakmış, problem gördüklerini cerh etmiş, ondan gelebilecek tehlikeye karşı Müslümanları uyarmıştır. Onlar hiçbir hatırı, İslâm’ın hatırından daha âlî tutmadılar. Allah adamı olarak başladıkları vazifelerini büyük bir sadakatle tamamladılar, kimsenin adamı olmadılar.
Her Şey Bir Bakış Kadar Yakın
Kâinat sahip olduğu her şeyle karanlık yollara asılan kandiller gibi Allah’ın (ﷻ) varlığını, birliğini ilan etmekte; çiçekten böceğe kadar ibret nazarıyla bakılan her şey, takdir eden, yaratan, yöneten, vakti gelince de yok eden Allah’ın (ﷻ) varlığını haykırmakta, adeta bundan şüphe eden aklından şüphe etmelidir, demektedir. İmanın şâhitleri o kadar açıktır ki insan mahşerde: “Ne Kur’ân-ı Kerim’i anlayamadım ne de Kâinat’ta Allah’a (ﷻ) götüren delilleri göremedim, duyamadım, adamadım diyebilecek.” Çünkü Kitap da kâinat da insan da bize bir bakış kadar yakın.
İnsanın Kullanım Klavuzu
Tarih, İslâm’ın yaşandığı hayatların izzet ve iftihara, İslâmsız hayatların ise zillet ve meskenete medar olduğunun şâhitleriyle doludur. Şehvetin idrak yollarını kapattığı akıllar müstesna tek bir kişi parayla, pulla mutlak saadete ulaşacağını iddia edemez.
Onlarca yıldır yaşanan maddî ve manevî buhrânın arkasında, hayat kitabımız olan Kur’ân-ı
Kerim’i ahlak kitabı kalıbına hapsetmek vardır.
Aklın Yolu da Allah’a Çıkar
Kur’ân-ı Kerim, Kâinatı; Kâinat da Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir etmekte, vahyin de aklın da yolu Allah’a (ﷻ) çıkmaktadır.
Her Şey Ulvî Bir Gaye’ye Meftun
Allah Azze ve Celle, Kâinat’ı kâfire mazeret imkânı vermeyecek şekilde deliller mahşeri olarak yarattı. Kur’ân-ı Kerim gibi dağ da taş da nehir de yağmur da gördüğünüz ya da göremediğiniz “şey” olma hususiyetine sahip her şey mahşerde kâfir aleyhine şâhit olacak.
Kur’ân-ı Kerim insanın kulluk için yaratıldığını, hedefinin Ahiret olduğunu, Kâinat ise Allah’ın (ﷻ) hiç bir şeyi gayesiz yaratmadığını ilan ediyor. Erkeğin spermindeki milyonlarca hücre arasından seçilen, kadının yumurtasıyla döllenen sonra da rahim duvarına yapışan, ardından dokuz aylık yaratılış yolcuğuna çıkan “cenîn” nasıl kendi kendini var eder?! İnsandaki iç sistemi, dış görüntüyü, organları, onların birbiriyle olan münâsebetini tanzim edebilir?! Hâfıza, öğrenme, konuşma, yazma, bilgi depolama ve saklama gibi davranışları yöneten beyin kendi kendini inşa ettiyse nasıl oldu da anne karnındaki hâlini hatırlamaz, ne olduğunu, nasıl oluştuğunu bilmez?! Kim ona dışkı çıkarmadan beslenmeyi öğretmiştir?! Dünyaya geldikten sonra yediklerinin bir kısmını dışkı olarak çıkaran çocuğu hangi güç tekrar anne karnınına koyabilir?! Dokuz ay anne karnında duran insanı tekrar anne karnı gibi bir ortama alsalar teneffüs cihazlarına bağlamadan, sûni hava vermeden saklayabilirler mi? Bebek için yürümek mi anne karnından çıkmak mı daha zordur? Elbette anne karnından çıkmak daha zor. Uzun zaman sonra yürümeyi, yiyip içmeyi öğrenen çocuğa anne karnından çıkmayı, yolu bulmayı kim öğretti?! İnsan yarın başına neler geleceğini bilebilir mi? Ömrünün uzun mu kısa mı olacağından, ne kadar kazanıp, nerede öleceğinden haberdar olabilir mi? Ateist kördür, sağırdır, dilsizdir. Farları çalışmadığından dolayı yolu göstermeyen bir arabaya benzer kâfir. Nereden, niçin ve neden dünyaya geldiği sorularına muhatap olduğunda “bilmem” der. Hayatı kendisinin mi yoksa başkalarının mı idare ettiğinden habersizdir. İnsan kendinden konuşur. Atesit ise başkaları tarafından üflenince ses çıkaran kavala benzer. İblis onu hiç boş bırakmaz. Her gün ona ayrı nâmeler üfler. Müslümansa varlık âlemine yokluktan geldiğini, geliş gayesinin de Allah Azze ve Celle’ye kulluk olduğunu2 bilir. Kur’ân-ı Kerim yol açar, yaratılış sırrını idrâke çağırır, istikâmet verir, nasihat eder, mâzideki milletlerin yok oluş ve diriliş kıssalarını anlatır, Müslümanın ne olmasında maslahat, ne olmamasında da kurtuluş olduğunu gösterir. O ancak müttakîler için hidayet rehberi,2 basiret tutulması yaşayan zâlimler için ise hüsrânın artırışıdır.[2]
[1] Fussilet, 42.
[2] İsrâ, 82.
Yazar: İhsan Şenocak