16 C
Bursa
21 Kasım 2024 Perşembe
spot_img

İsra ve Mi’raç


A) İSRA VE Mİ’RACIN ANLAMI

İsra lügatte, gece yürüyüşü demektir. Miraç ise lügatte, yükseğe çıkmak ve merdiven manalarına gelir.

İslâm ıstılahında ise, Peygamber (s.a.v)in Mekke’de Mescid-i Ha-ramdan Mescid-i Aksa’ya oradan da yüce makamlara çıkartılması hadisesidir.

Miraç, hicretten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesi vuku bulmuştur.

B) Mİ’RAÇLA İLGİLİ TANIMLAR

Konunun daha iyi anlaşılması için bazı terimler üzerinde duralım:

İsra: Yürümek demektir. Geçişli fiil olduğu için “geceleyin yürüttü” manasına gelir.

Mescid-i Haram: Kâbeyi çevreleyen ve Harem-i şerif denen mesciddir. Yeryüzünde ilk defa inşa edilen mabet budur.

Mescid-i Aksa: Kudüs’teki Beytü’l – Makdistir. Kâbeden sonra yeryüzünde yapılan ikinci mabeddir. Aksa denilmesi Kâbe’ye bir aylık mesafede bulunmasındandır. Mescid-i Aksa, Peygamberlerin toplandığı, ilâhi vahiylerin indiği mübarek bir yer olduğu için, Miraçta Peygamberimizin yol uğrağı olmuştur.

Beytü’l Mamur: Yedinci kat gökteki melekler tarafından tavaf edilen mabeddir.

Sidretü’l Münteha: Arşın sağında bir ağaçtır ki, ne melek, ne başka bir şey ondan ötesine asla geçemezler.

Refref: Mahiyetini aklımızın kavrayamayacağı bir vasıtadır.

Kaab-ı kavseyn: İki yay miktarı kadar bir mesafedir.

C) Mİ’RAÇ NE ŞEKİLDE VUKU BULMUŞTUR?

Miraç hakkında Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:

“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammet) kulunu Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; erçekten işitendir, görendir.” (Isra suresi:1)

Miraç hadisesi Ebu Hureyre, Ebu Zer, Ebu Said-i Hudri, Enes b. Sa’saa tarafından bizzat Rasülüllah (s.a.en rivayet edilmiştir. Bu rivayetler, Buhari, Müslim ve Nesaai gibi Kütüb-ü Sitte’nin meşhur kitaplarında mevcuttur. Biz, bu değişik rivayetleri birleştirerek nakledeceğiz.

Peygamberimiz (s.a.v.), şöyle buyurmuşlardır:

“Bir gece, halam ümmü Haninin evinde (bir riva göre Kâbede) iken Cebrail (a.s.) geldi. “Ey muhterem Nebi! yarlıgayıcı olan Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor.” dedi. Göğsümü göbeğime kadar yardı. Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine koydu. Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte Burak adında bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksaya geldik, Cebrail Burakı, bütün Peygamberlerin, hayvanlarını başladıkları bir halkaya başladı. Mescitte diğer Peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selâm verdiler. Ben de selâmlarına karşılık verdim. Cebrail bana, “Öne geç ve nebilere iki rekât namaz kıldır.” dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım. Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi. Ben sütü içince “yaratılışına uygun olanı seçtin.” dedi. ”

Ebu Said-i Hudrinin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz şöyle devam ettiler:

“Bundan sonra bir Mi’rac (merdiven) getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. O mi’rac, ölülerinizin, ölürken gözlerini diktikleri şeydir. Ölülerin ruhları da bu merdivenden yukarı çıkar. Cebrail beni bu merdivenden HAFAZA kapısına kadar çıkardı. yeni dünya semasına kadar bir anda geldik. Burada Cebrail, semanın açılmasını istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti. İçerden soruldu:

– Sen kimsin?
– Ben Cebrail’im.
– Yanındaki kim?
– Muhammet (s.a.v.).
– Yaa! O, resul olarak gönderildi mi?
– Evet.

Hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar. Bir de ne göreyim semayı muhafaza eden İsmail isminde müvekkel büyük bir melek yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin yanında da yüz bin melek var.

“Bunlardan ayrılınca; bünyesi yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. Kendisine zürriyetinin ruhları arz edilince; mümin ruhu ise, “ne güzel, ne hoştur!.. Bunun kitabını İlliyyin’de kılın!” diyor; kâfir ruhu ise, “ne kötü ruh, ne fena rayiha!.. Bunun kitabını Siccil’de kılın” diyor.”

“…’Ya Cebrail, bu kimdir’ diye sorduğunda “Baban Âdemdir.” diye cevap verdi. O, bana selâm verdi ve ‘hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlât” diye karşıladı.”

“Burada bana Cehennem gösterildi. Orada, çeşitli şekillerde azab gören kavimler gördüm. Dudakları deve dudağı gibi bir kavim gördüm ki, başlarına birtakım memurlar konmuş, dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını sorunca Cebrail, yetim malı yiyenler olduklarını söyledi. Yine orada cife (pislik) yiyen zinakârlar, kendi etlerini yiyen gıybetçiler, yerlerde ve Firavun hanedanının ayakları altında çiğnenen faizciler, baş aşağı ayaklarından asılmış, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar gördüm.”

“Sonra ikinci semaya çıktık. Orada Yusuf (a.s) ile buluştuk. Yanında ümmetinden kendisine tabi olanlar da vardı. Yüzü ayın on dördü gibiydi. Onunla da selâmlaştık.”

Peygamber Efendimiz, üçüncü semada iki teyze zade Yahya ve İsa (a.s.) ile; dördüncü semada idris (a.s) ile, beşinci semada Harun (a.s) ile ve altıncı semada Hz. Musa (a.s.) ile görüştü. Onların da hepsi “Hoş geldin ey salih kardeş, salih nebi” dediler.

Resul-i Ekrem, anlatmaya devam ediyor:

“Daha sonra yedinci semaya geçtik. Orada İbrahim (a.s) ile buluştum. Sırtını Beytü’l Mamura dayamış; beni selâmladı. “Hoş geldin ey salih nebi!.. Hoş geldin ey salih evlât” dedi. Burada bana denildi ki, “işte senin ve ümmetinin mekânı.” Sonra Beytü’l Mamura girdim, içinde namaz kıldım. Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve bir daha kıyamete kadar tavaf için bunlara sıra gelmez.”

Peygamber Efendimiz, burayı anlatırken şu âyet-i kerimeyi okudular:

“Rabbinin askerlerinin (adedini) ancak Rabbin bilir.” (el – Müddesir/31)

Peygamberimiz yedinci semada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:

“Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı bir ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir memba akıyor ve ikiye ayrılıyordu. Cebrail’e bunu sorduğumda dedi ki: ‘şu rahmet nehri, şu da Allah (c.c)’ın sana verdiği Kevser Havzıdır.’ Rahmet nehrinde yıkandım. Geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi. Sonra, Kevser yolunu tutarak Cennete girdim. Orada göz görmedik, kulak işitmedik, beşerin hayal ve hatırına gelemeyecek olan şeyler gördüm.

“Bundan sonra Sidretü’l Münteha’ya kadar çıktık. Sidre’den yükselince Cebrail durakladı ve ‘Ya Muhammet, yemin ederim ki, ben buradan bir karış ileri geçersem yanarım. Benim buradan ileriye geçmeye takatim yoktur.’ dedi.”

Resul-ü Ekrem, lâhut aleminin bu en yüksek yerinde Refref denilen bir vasıta ile Allah’ın dilediği yere geldi. Bir rivayette, Peygamberimiz şöyle buyururlar:

“Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın altına geldiğimde, Arşın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, nede cihet. Rabbimin şu lâhuti sesini işittim; ‘Yaklaş ey Muhammet! Ben de Kâbe Kavseyn miktarı yaklaştım. Rabbimin ilhamı ile şunları okudum: ‘Ettehiyyatü lillâhi, vessalâvatü, vettaıibatü’ (En güzel tahiyye Allah’a mahsustur. Bedeni ve mali ibadetler de Ona layık ve mahsustur.) Bunun üzerine Allah (c.c) şu mukabelede bulundu: “Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi veberekâtühü” (Ey Nebi, selâm sana olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi de sana olsun. Ben tekrar; ‘Esselâmü aleyna ve alâ ibadillâhissalihin, eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülühü’ (Selâm bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun. Ben şahadet ederim ki, Allah birdir. Ondan başka ilah yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammet, Allah’ın kulu ve elçisidir.) dedim.”

Rasülüllah Efendimiz, Rabbinden birçok vahiyler alarak, aynı yollardan geri döndü. Hz. Musanın yanına gelince; Hz. Musa, “Allah sana neler emretti” diye sordu. Peygamberimiz de elli vakit namazla emr olunduğunu söyledi. Hz. Musa, “Ya Rasûlâllah, elli vakit namaz çoktur. Bu, senin ümmetine aşır gelir, yapamazlar. Rabbine iltica et de hafifletsin.” dedi. Bunun üzerine Hz. Muhammet (s.a.v) tekrar geri dönüp namazın hafiflemesini istedi. Önce on vakit kaldırdı. Peygamberimiz Hz. Musanın yanına gelip durumu bildirince; Hz. Musa, bunun da çok olacağını söyledi. Bu minval üzere Peygamberimiz birkaç kere geri dönerek Rabbine iltica etti. Böılece; namaz beş vakte kadar indirildi.

D) Mİ’RAÇ HADİSESİNİN MEKKE’DEKİ AKİSLERİ

Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.v.) Mekke’ye döndüğünde, müşahedelerini anlatmaya başlayınca, Kureyşliler fitne krizlerine tutulup deli divane oldular. Kimi, Ebu Bekir (r.a)’a koşuyor; kimi, ellerini çırpıyor; imanı zayıf olanlardan irtidat edenler oluyor, bu olağanüstü mucizeyi bir türlü akıllarına sığdıramıyorlardı. Hz. Ebubekir gibi iman sahipleri ise, “Evet Mi’raç haktır. Eğer Muhammet (s.a.v.) bunları demişse, doğru söylüyor ve ben bundan daha büyüklerini de kabul ederim” diyorlardı. Hz. Ebubekir, Peygamberimizin yanına gelmiş, Miracı bizzat kendilerinden dinlemiş; Allah’ın Resulü anlattıkça, “Doğru söylüyorsun ya Resulüllah” diyerek tasdik etmiştir. Peygamberimiz de, “Sen sıddıksın ya Eba Bekir” diyerek; ona “Sıddik” unvanını vermiştir.

Cabir ve Ebu Hüreyre (r.a)nin, Resulüllah (s.a.v.)’den rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmuşlardır:

“Ben, sabain İsra ve Miracı anlatınca Kureyşliler beni tekzip etti. Bana, gidip geldiğim yerlerden ve Mescid-i Aksa’dan sorular sordular. Halbuki ben Mescid’i Aksa’nın hiç bir özelliğini tespit etmemiştim. Bu sebepten müşkül durumda kalıyordum. Allah (c.c.), bana Mescid-i Aksa’yı gösterdi. Ben de Kureyşlilerin bütün sorularına cevap verdim.” (Müslim)

Sahih rivayetlere göre; Kureyşliler, Mescid-i Aksa’nın kapı, pencere ve cihet gibi her özelliğini soruyorlar; Peygamberimiz de teker teker cevap veriyordu. Buna rağmen buna da inanmadılar. “Biz sana Şam’dan gelmekte olan develerimizi soracağız; bize onlardan haber ver” dediler. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: “Evet, falan kimselerin kervanına rastladım. ‘Revha’ isimli mevkide idi. Bir deve yitirmişler, onu arıyorlardı. Iüğleri arasında bir su kabı vardı. Susadım, o kabı alıp su içtim ve kabı yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım, suyu bulabilmişler mi” O anda kervan, Peygamberimize gösterildi. O da, kervanın kemiyet ve keyfiyetine dair haber verdi ve şöyle buyurdu: “İçlerinden ‘Cemel-i Evrak’ (yani karam tırak beyaz bir deve) önde olarak, falan gün güneşin doğmasıyla beraber gelecekler:” Peygamberimizin haber vermiş olduğu o gün; müşrikler sabahın erken saatlerinde “Seniyye” tepesine doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da Muhammet (s.a.v.)’i yalancı çıkaracağız diye, bekliyorlardı. Derken; içlerinden birisi, “Güneş doğdu” diye haykırdı. Tam o sırada bir diğeri de, “İşte kervan geliyor, önlerinde Cemel-i Evrak, tıpkı söylediği gibi” diye bağırdı. Bu da ayrı bir mucize olmuştu. Hal böyle iken, müşrikler yine iman etmediler. “Bu açık bir sihirdir” dediler.

E) RASULÜLLAH’IN Mİ’RAÇTAKİ BİNEKLERİ

Kütüb-ü Sitte ve diğer hadis kitaplarında Mi’rac hadislerinin çeşitli rivayetleri vardır. Bu hadislerde Peygamberimizin Mi’rac esnasındaki binitleri anlatılır. Âlâmî Tefsirinde Alûsî’nin nakline göre, Rasülullah’ın binitleri beş tanedir:

1- Burak: Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya kadar.

2- Mi’rac (Merdiven): Mescid-i Aksa’dan dünya semasına kadar.

3- Meleklerin kanadı: Dünya semasından yedinci semaya kadar.

4- Cibril: Yedinci semadan, Sidre-i Münteha’ya kadar.

5- Refref: Sidre-i Münteha’dan Kaabe Kavseyn’e kadar.

F) PEYGAMBERİMİZE Mİ’RAÇTA VERİLEN İHSANLAR

Müslim’in rivayetine göre, Mi’raç’ta Rasülullaha üç şey verildi:

1- Her gün elli vakit sevabına denk, beş vakit namaz,

2- Bakara sûresinin son âyetleri,

3- Ümmetimden, hiç bir şeyi Allah’a ortak koşmayanlara cennet müjdesi.

Bunlardan başka Mi’raç hadisesini anlatan el-İsra suresi ile itikat, ahlâk, iktisat gibi cemiyet nizamının bel kemiği olan, milletleri huzur içinde yaşatıp mihnet, zillet ve buhrandan kurtaran şu esaslar vahiy ve tebliğ edilmiştir:

– “Allah ile beraber diğer bir ilah edinme. Sonra kınanmış ve kendi başına bırakılmış olursun.” (İsra/22)

– “Rabbin kendinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya iyi muamele edin, diye hükmetti.” (İsra/23)

– “Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Gereksiz yere saçıp savurma” (İsra/26)

– “Zira, israf ile saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdırlar. şeytan ise çok nankördür.” (İsra/27)

– “Eli sıkı olma! Büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker kalırsın.” (İsra/29)

– “Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da, sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek, gerçekten büyük bir suçtur.” (İsra/31)

– “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra/32)

– “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine (mirasçısına, hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu veli de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, yardıma mazhar olmuştur.” (İsra/33)

– “Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, tam bir iyi niyet taşımaksızın yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsra/34)

– “Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.” (İsra/35)

– “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur.” (İsra/36)

– “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (aşırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” (İsra/37)

G) Mİ’RACIN HİKMETİ

Allah (c.c.), mekân ve zamandan münezzeh ve cismaniyetten beri olduğundan, Hz. Peygamber (s.a.v.)in semalara çıkarılması; (haşa) Allah ile bir makam-ı muallada buluşup şereflenmesi değildir. Böyle bir inanç yanlıştır.

“Ancak, Resul-i Ekrem (s.a.v.)in böyle yüce bir makama çıkarılması; mücerret melekût-i ilâhiyeyi temaşa etmek, birtakım hakikat ve sırlara muttali olmak ve kendisine has müstesna bir atıfet-i sübhaniyeye mazhar olmak hikmetine müstenittir.” (Ö. Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm/235)

Miraçla, Resulüllah (s.a.v.) Efendimize birçok şeyler gösterilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

Burak’a bindirilmesi, Mescid-i Aksa’yı görmesi, burada enbiyanın temessül etmesi, nebilerin makamlarını görmesi, her biriyle konuşması, cennet ve cehennemin hallerini görmesi, Sidre’yi geçip mut-i ilahiyeden nice hayret verici şeyleri müşahede etmesi. Ayrıca Mi’raç hadisesiyle imanı sağlam olanlarla imanı zayıf olanlar birbirinden ayırt edilmiştir. (Tefsir-i Allame Ebu’s Suud, “Tefsir-i Kebirin kenarında” 5/544)

“…(Ve bu gece yolculuğunu) Ona (O Peygambere), ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık)…” (İsra/1) ayetini izah ederken Fahruddin-i Razi Tefsir-i Kebir’inde şu hususları sıralamaktadır:

1- Cennetin mükafatları çok büyük, Cehennemin ateşi ise pek şiddetlidir. Allah (c.c.) dünyada iken Resulüne (s.a.v.) bunları gösterdi ki, kıyamet günü bunları ilk görüşü olmasın ve kıyamet günü kalbi Cennetin rağbeti, Cehennemin dehşeti ile meşgul bulunmasın. Ancak kalbi şefaatle meşgul olsun.

2- Resulüllah (s.a.v.)in Mi’raç gecesi Peygamberleri ve melekleri müşahedesi, hem kendisinin, hem de onların yükselmelerinin sebebidir.

3- Peygamberimiz, semavatın, Arş ve Kürsünün hallerini müşahede edince, bu alemin ahvali ve korkuları onun gözünde küçülür. Bu itibarla, Allah yoluna daveti ve İslam davasına çalışması, kalbinde daha da kuvvetlenir. Allah’ın düşmanlarına iltifatı kalmaz. Bütün zorluklara rağmen, cihatta sebatı sonsuz olur.

İbn Atiye gibi bazı müfessirler ise, bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmişlerdir:

“Mi’raç, sadece Peygambere ayet ve ibret göstermekten ibaret değil; aynı zamanda, Peygamberin kendini kâinata bir delil olarak göstermektir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili 5/3152)

H) Mİ’RAÇ RUH İLE Mİ, BEDEN İLE Mİ OLMUŞTUR?

Mi’racın vukuu hakkında selef ve halef ittifak etmiş oldukları halde, Mi’racın keyfiyeti, yani ne şekilde olduğu hususunda aralarında bazı ihtilaflar vardır.

Seleften Hz. Ayşe ve Hz. Muaviye, tabiundan Hasenu’l Basri ve Muhammet İbn-u İshak gibi zatlar, miracın yalnız ruhani olduğuna kail olmuşlardır. Hz. Ayşe (r.a.), “Muhammet (s.a.v)in cesedi, Mi’rac gecesi ayrılır olmadı.” diyor. Muaviye (r.a.) de kendisine Mi’raç sorulunca, “Salih bir rüyadır.” demiştir.

Selef ve halefin ekserisi ile cumhur-u ulema ise, Mi’racın ruh ve cesetle olduğunu kabul etmişler ve hususta kuvvetli deliller getirmişlerdir. Hz. Muaviye’nin sözünü, “Baş gözüyle görüştür”; Hz. Ayşe’nin sözünü de “Ceset ruhtan ayrılmadı, beraber Mi’raç etti.” diye tevil etmişlerdir.

Gerçi, Mi’racın ruh ile olduğuna delalet eden haber vardır. Cesetle olduğuna delalet eden hadisler de vardır ve ikinci şıkkı takviye eden vesikalar daha fazladır. Bu hadisler arasında çelişki bulunmadığını belirtmek için, Fatih Sultan Mehmed’in hocalarından âlim Hızır Bey, Akait Manzumesi (Beyit 56’da)’nde şöyle demektedir:

“Mi’raç, birkaç defa vuku bulmuştur. Âlimlere göre, bu tekrar sebebiyle, hadisler arasındaki tearuz ortadan kalkar.”

Yani Peygamberimizin miracı bir kere değildir. Ruhani olarak, nice kereler vaki olmuştur. Cismani olarak ise bir kere vuku bulmuştur ki, İsra suresindeki ayetin delalet ettiği mi’raç budur. Böylece hadisler arasındaki ihtilaf bertaraf olmuş olur.

I) Mİ’RACIN SÜBUT DELİLLERİ

Mi’racın vukuunu gösteren deliller hususunda Hızır Bey (55. beyitte), şöyle demektedir:

“Peygamberin Miracının, bedeni ile ve uyanıkken olduğu keyfiyeti ayetle, meşhur hadis ve haber-i ehad ile sabittir.”

Meşhur âlim Aliyyü’l Kaari bu hususta şöyle demektedir:

“Mi’racın Mekke’den Mescid-i Aksa’ya kadarki kısmı kitapla sabittir. Bunu inkâr eden kâfir olur. Mescid-i Aksa’dan semaya kadarki kısmı meşhur hadislerle sabittir. Bunu inkâr eden kimse bidatçi olur. Semadan Cennete, Arşa ve Maverayı Aleme çıkış ise haber-i ehad ile sabittir. Bunu inkâr eden ise hata etmiş olur.” (Aliyyü’l Kari, şerh-i Emali/20)

Allâme-i Sâni Saadettin Teftezani ise şöyle demektedir:

“Resulüllahın Miracı, uyanık halinde ve bedeni ile olmuştur. Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmı kitapla sabittir. Delili kesindir. Semaya kadar Mi’raç ise, meşhurdur. Semadan arşa ve diğer yerlere gitmesi ise, haber-i ehad ile sabittir.” (Teftezani, şerhu’l Akait/174)

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

İlgili Gönderiler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medya

8,497BeğenenlerBeğen
610TakipçilerTakip Et
1,846TakipçilerTakip Et
- Reklam -spot_img

Son Eklenenler