Site icon İslam.net.tr – İslam Arşivi

Kaza ve Kadere İman


A) KAZA VE KADER

Kaza ve kadere inanmak, iman esaslarından altıncısı ve sonuncusudur.

Alemdeki canlı cansız her varlığın, güneşin, ayın ve yıldızların yoktan yaratıldığını biliyoruz. Bütün bunların belirli bir düzen ve ölçüler içerisinde hareket ettiğini ve değişip durduğunu, zamanı gelince de yok olduğunu görüyoruz. Bu ince düzen bu sürekli oluş ve yaratılış bir tesadüfün eseri olamaz. İşte bütün bunları yapan sonsuz bir güç vardır ki, o da Allah’tır. Onun bilgisi dışında hiçbir şey olamaz. Başlangıçtan sonsuza kadar ne olacaksa o, hepsini bilir.

Âlemde vuku bulan, cereyan eden her şey Allah’ın kaza ve kaderiyledir. Her şey, Allah’ın ilim, irade ve kudretinin eseridir, ilâhi kanuna tabidir. Her şeyde sebepler, bir takım ölçüler mevcuttur, bütün bunlar Allah’ın kaza ve kaderine uygun olarak meydana gelir. Allah bir sebep ve hikmete uygun olarak yaratır.

Kader, bir şeyin ölçüsüdür. Her varlık bir ilâhi ölçüye bağlıdır. Âlemdeki düzen ve istikrar, devamlılık ilâhi kaza ve kaderle mümkün olmaktadır.

Rabbımızın, olacakların hepsini, önceden bilip takdir etmesine (ölçüp, biçip belirli kılmasına) KADER denir. Bu, Allah’ın ilim sıfatının sonucudur.

Yüce Allah’ın takdir ettiği şeylerin zamanı gelince, Onun tarafından yaratılıp ortaya çıkmasına ise, KAZA denir. Bu da, Allah’ın irade, kudret ve yaratma sıfatlarının sonucudur. şu halde kaza ve kadere iman, Allah’ın ilim, irade, kudret ve yaratma (Tekvîn) sıfatlarına inanmak demektir.

B) KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

“şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık.” (Kamer/49),

“Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir.” (Furkan/2),

“Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın. Doğrusu bunu bilmek Allah’a kolaydır.” (Hadid/22),

“Ölümü aranızda biz tayin ettik…” (Vakıa/60),

“Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!…” (Taha/40),

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den Hz.Ömer (r.a.)ın rivayet ettiği, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte, iman, İslâm ve ihsanın ne olduğunu Cebrail’e anlatırken iman konusunda şu ifadeyi kullanmıştır: “İman, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır.” (Müslim/İman),

Bu hadiste kadere inanmanın iman esaslarından olduğu açıkça belirtiliyor. Bununla birlikte ilâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir.

C) İRADE

Kaza ve kadere iman, insanın durumunu tespit ve tayinde büyük önem kazanır. Her şeyden önce insanın iradesinin olup olmadığı söz konusu edilir.

İrade; istek, arzu, eğilim, kast, sevgi ve benzeri anlamlara gelir. Bir sıfat olarak kabul edilir. Bu sıfatla canlı fiillerini yapar. Her hangi bir işin meydana gelmesinde irade sıfatı ilk ve en önemli rolü oynar. İrade, istek olmayınca iş meydana gelmez.

İradeyi anlamanın iki yolu vardır:

Allah’ın ve insanın iradesi,

İnsanın iradesi.

a) Allah’ın ve insanın iradesi

Allah’ın iradesinin olduğu ve bu iradenin her şeyi kuşattığı malumdur. Allah mutlak irade sahibidir. Bu ilâhi iradenin varlığına akıl ve nakil (ayet ve hadisler) şahitlik etmektedir. Âlemde hiçbir şey, Allah’ın mutlak iradesinin dışında değildir.

İlâhi iradenin her şeyde hükümran ve söz sahibi olması bakımından, Allah’ın irade ve meşietine “Külli irade” denebilir. Bu bakımdan ilâhi irade, insanın iradesini de kuşatır.

İnsanın da iradesi vardır. İnsan bazen istekli, bazen isteksiz olur; bazen bir işi yapmak ister, bazen istemez. Bunlar onun iradesinin varlığının delilidir. İnsanın bu tarzda anlaşılan iradesi, Allah’ın yüce, mutlak, tarifi imkânsız iradesinin yanında çok küçük bir iradedir. Bu bakımdan insanın bu iradesine, Allah’ın külli, mutlak iradesi yanında “Cüz’i irade” denebilir.

b) İnsanın iradesi

İnsanın iradesinin olduğu kesindir. Bu irade, insan tek başına ele alındığında bağımsızdır, hürdür, bütündür, küldür.

İnsanda ortaya çıkan hareketler iki türlüdür:

1- İhtiyarî fiiller: Yapmak ve yapmamak kulun elindedir. Kul irade-i cüziyesi ile bunu ister. Allah (c.c) da yaratır. O yüzden kul, ihtiyari fiillerden (kendi yaptığı işlerden) sorumlu olur. Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek… gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir. Sözgelimi insanın önünde “camiye gitmek veya gitmemek” şeklinde iki tercih bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz’i iradenin varlığı görülür. Söz konusu insan, camiye gidip gitmeme noktasında külli, ikisinden birini tercih ettiğinde ise cüz’i iradesini kullanma halindedir.

Gerçekte insanın hayatı sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan irade-i cüz’iyesiyle Allah’ın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur. Allah (c.c.) da kulun tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudreti halk eder. O fiilleri isteyen ve yapan kul, fiillerinden de sorumlu olur. Bu fiillerinde kendisi tercih yaptığından fiillerinde mecbur değildir. Böylece tercihler hayat boyu kulun amellerini oluşturur.

2- Gayr-i ihtiyarî fiiller (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan sırf Allah’ın yaratması ile olan hareketlerdir: İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi şeylerdir.

D) KAZA VE KADER KONUSUNDA GÖRÜŞLER

Kaza ve kader konusu, insan zihnini meşgul eden konuların başında gelir. Bu konuyla ilgili olarak ilk devirlerden itibaren çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Kaza ve kader konusunda başlıca üç görüş vardır:

a) Ehl-i Sünnetin görüşü

Ehl-i Sünnete göre insan, belli ölçülere göre hareket eden hür bir varlıktır. O, işlerini kendi irade ve ihtiyariyle yapar. Zorunlu fiiller dışında kendi isteğine bağlı olarak yaptığı işlerin emir olanlarından mükâfat, yasak olanlarından ceza görecektir. Allah’ın teklifleri, sevap ve ikabını gerektirecek işler bellidir. İnsan bunları seçme ve yapmada serbesttir.

Burada iki husus ortaya çıkmaktadır:

İnsan kendi irade ve ihtiyariyle yaptığı zorunlu olmayan fiillerden, başka bir deyimle, isteğe bağlı olarak seçimini kendi kendisinin yaptığı işlerden sorumludur. Bu fiillerin tümü teklif dairesine girer, sevap veya ikabı, mükâfat veya cezayı gerektirir.

Tek yaratıcı ancak Allah’tır. İnsanı, fiillerini ve her şeyi yaratan Allah’tır. Çünkü “Allah her şeyin yaratanıdır.” (Zümer / 62), “Sizi ve işlediklerinizi yaratan Allah’tır.” (Saffat / 96)

İnsanda yaratma vasfı yoktur. O, fiilini seçme hürriyetine sahiptir. İnsanın seçimine göre yaratma Allah’a aittir. İnsan ancak kâsibtir, müktesiptir, fiillerini kesb eder, kazanır.

b) Cebriyenin görüşü

Ehl-i Sünnetin dışında yer alan Cebriye’ye göre insan fiillerinde yaptığı işlerde mecburdur. İnsanın iradesi, gücü yoktur. O fiillerini zorunlu olarak yapar. İnsanın fiilleriyle münasebeti, çöpün rüzgârla olan münasebeti gibidir. Fiiller insana nispet edilir. Kulların hareketleri cansız varlıkların hareketleri gibidir. Kulun fiillerinde ihtiyar sahibi olması, mucit ve halık olmasını gerektirir. Halbuki yaratıcılık yalnız Allah’a aittir.

Bu fırka, kaza ve kaderi nazara alarak kulun fiillerini yapmada mecbur olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Bununla Allah Tealâyı acizden tenzihe çalışırken diğer taraftan Allah Tealâya zulüm isnat etmişlerdir.

Bu görüşe göre insan, değersiz, şuursuz, akılsız, iradesiz bir varlık durumuna düşüyor. O âdeta cansız bir varlık haline geliyor. Böylece dinin, Peygamberin, kitabın, teklifin, ceza ve mükâfatın hiç bir değeri kalmıyor. Bu görüş sahipleri zaten zamanla yok olup gitmişlerdir. Ama zaman zaman hayatta aynı görüşü benimseyenlerle karşılaşmak mümkündür.

c) Mutezile’nin görüşü

Mutezile, Cebriyenin görüşünün tam tersini savunur. Mutezileye göre insan irade ve güç sahibidir ,kendi fiillerinin yaraticisidir. Onlara göre insan, kendi fiillerini yaratirsa ancak hür ve sorumlu olur, ceza ve mükâfat ancak böyle tahakkuk eder.

Mutezilenin bu konudaki görüşünde aşiriliga gittigi görülüyor. Gerçekte insan cüz’i bir irade sahibidir. Allah’ın bahşettiği bir kudretle fiillerini yapar; ama asla yaratıcı değildir, kendi fiillerinin halıkı olamaz. İnsan dilediğini seçme ve yapma hakkına sahiptir. Ama hiç bir zaman mutlak irade ve mutlak güç sahibi değildir.

Görüldüğü gibi, Ehl-i Sünnetin bu konudaki görüşü aşırılıktan uzak, Kur’an ve sünnetin ruhuna uygun orta bir yolu temsil etmektir.

E) HAYIR VE ŞER

Dinimizin, iyi, güzel ve yararlı gördüğü söz, düşünce ve davranışlara “HAYIR”; kötü, çirkin veya zararlı gördüklerine de “ŞER” denir. Dinimize göre; hayrı da, şerri de yaratan Yüce Allah’tır.

Yüce Allah hayra razıdır; fakat şerre razı değildir.Yani Rabbımız, kötülüklerimizi beğenmeyerek iyiliklerimizi ise beğenerek yaratır. Çünkü Onun bilgisi ve yaratması dışında hiçbir şey olamaz.

F) İYİYE VE DOĞRUYA YÖNELME

Bir insan, “Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim” deyip kötü davranışlarda bulunamayacağı gibi, tembel tembel de oturamaz. Çünkü insan, cüz’î irade dediğimiz güçle, iyiyi veya kötüyü kendisi seçer. Yüce Allah, emir ve yasaklarıyla iyi ve kötü yolu göstermiş ve “İyi olana gidin, kötü olandan uzaklaşın” demiş; bu iki yoldan birini seçmekte insanı serbest bırakmıştır. İyi ve kötü yollardan birini seçmek insanın kendi isteğiyledir. Allah, insanın bu isteğine göre iyi ve kötüyü yaratır. Böyle olunca isteyen ve istemeyen insandır, yaratan ise Allah’tır. Bunun için insana, irade ve gücünü kullanarak yaptığı davranışlardan sorumlu tutulacağı, âhiret gününde niçin kötü yolu seçtiğinin sorulacağı bildirilmiştir. İradesini iyiye, doğruya yöneltip iyi ve yararlı davranışlarda bulunanlar mükâfatını görecekler, kötüye yönelip kötü ve zararlı davranışlarda bulunanlar, tövbe etmeden ölürlerse cezasını çekeceklerdir.

Kötü çirkin davranışlarda bulunanlar, dünyada da bu kötü davranışlarının cezasını görürler. Bunun için insana yaraşan iradesini iyi, doğru ve yararlı olana yönelterek güzel davranışlarda bulunmak ve bu sayede hem dünyada hem de âhirette mutlu olmaktır. Dinimizin bütün emir ve yasakları insanın cüz’î iradesine yön vermek içindir.

G) TEVEKKÜL

Bir amaca ulaşabilmek için gerekli olan bütün tedbirleri aldiktan sonra Allah’a güvenmeye ve sonrasını Ona bırakmaya “Tevekkül” denir. Meselâ: Bir çiftçi önce tarlasını zamanında sürer, tohumu eker ve gerekli bütün yapım işlerini yapar, sonra da Allah’a tevekkül eder. Yani “Takdir ne ise o olur, ben üzerime düşeni yaptim” diyebilir. Yoksa bunlarin hiç birini yapmadan “kader ne ise öyle olur, ben Allah’a güveniyorum” demek, tevekkül değil tembelliktir.

Başka bir örnek daha verelim: Meselâ, bir öğrenci derslerine hiç çalışmadan “kaderim ne ise o olur, Allah dilerse sınıfımı geçerim” diyerek işi Allah’a bırakamaz. Böyle bir davranış hem Allah’a karşi gelmek olur, hem de kader inanci ile uyuşmaz. Halbuki önce derslere en iyi şekilde çalişmak, bütün konulari ögrenmek, işi ondan sonra Allah’a bırakmak, Onun yardımını dilemek gerekir ki, işte bu tevekkül olur.

H) FERT HAYATI YÖNÜNDEN ÖNEMİ

Hayır ve şer, kaza ve kader, kâinatta olup biten şeylerin hepsi belirli kanunlar, belli sebepler ve ölçülü miktarlar dairesinde cereyan etmektedir. Allah her şeyi iradesiyle yaratır, var olan ve olup biten her şey Allah’ın bilgisi ve iradesi altındadır.

İşte kaza ve kadere, hayır ve şerre iman, bu inancın sahibini daima çalışmaya ve emek harcamaya sevk eder. Çünkü kişi önüne ne çıkacağını, ileride ne olacağını bilmediğinden kendisini çalışmaya memur bilir. Doğuşundan itibaren kişinin kaderinin ne olduğu belli değildir. O bakımdan insana çalışmak ve kaderin var olduğuna inanmak düşer.

Kadere iman, insanlar felâketlerle baş başa kaldıkları zaman bir teselli kaynağı olur. İnsan üzüntülü olduğu zaman kaza ve kadere olan imanı onun imdadına yetişir. Arzu ettiği bir şeye kavuşamadığı ve ümitlerinin arasına engeller girdiği zaman, Allah’ın takdirine olan imanı ve güveni ona destek olur, ümitsizliğe düşmez. Olanların bir ilâhî takdir gereği olduğunu bilir ve üzülmez.

Kişi işlerinde başarılı olunca sevinir. Bu sevinci ile birlikte şımarmaz. Fazla sevinçten dolayı hayat dengesini kaybedip gururlanmaz. Alçak gönüllü olmayı elden bırakmaz. Bütün bu çalışma ve gayretlerin sonunda bunların Allah’ın bir lütfü ve takdiri olduğunu hatırdan çıkarmaz. Kur’an-ı Kerîm bu hususu bize şöyle belirtiyor:

“Size yeryüzünde veya nefislerinizde bir belâ dokunmaz ki, ancak o sizi yaratmazdan önce yazılmış olmasın. Ve bu da Allah’a göre kolaydır. Bunu önceden mukadder ve yazılı olduğunu bilip elinizden çıkan (kaybettiğiniz) şeylerden dolayı üzüntüye düşmeyiniz ve elinize girenle de (kazandığınızdan dolayı) sevinip şımarmamanız için size beyan ettik. Allah övünen ve kibirlenenleri asla sevmez.” ( Hadid sûresi /22 – 23. âyetler.)

Kadere iman, insanda kahramanlık ve yiğitlik duygularını kuvvetlendirir. İşlerin Allah’ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılmaz ve korkmaz.

Cömertlik ve iyilik hislerini arttırır, insanı eli açık yapar. İnsan düşünür, madem ki rızklar bellidir, Allah herkesin rızkını çalışmasına, çabasına göre takdir etmiştir. Aç kalırım endişesiyle cimrilik yapmaz, cömert olur, düşkünlere yardım eder, muhtaçları ve yoksulları maddî ve manevî yönlerden destekler.

Kâinatta bütün işlerin Cenab-ı Hak’kın elinde olduğuna imanı olan kimse en güzel ahlâk sahibi olmaya çalışır. Ölümden korkmaz, her zaman hakkı, adaleti, eşitliği, insan hak ve hürriyetlerini savunur. Her ne pahasına olursa olsun, Allah’ın emirlerine uyar ve yasaklarından kaçınır.

İnsana bir felâket ve üzüntü geldiği zaman, hüzün ve kederden kendisini helâk etmez. İlâhî takdire razı olur.

Demek ki, yeryüzünde olup biten her şey, ilâhî bilgi ve takdir çerçevesindedir.

Exit mobile version